top of page

Arzu Arbak / Dilek Metin Sert Diyaloğu


vardı
belki
fakat ne sonsuz bir boşluk…
güneş ölmüştü
ve yüreklerden havalanıp uçan
o kederli güvercinin adının
iman olduğunu bilmiyordu kimse

Füruğ

Yüzlerce olasılık içerisinde en olmazı neydi ki? Zira karşımda bir kapalı kutu, sağır mı sağır duvarlar vardı! Dedim ki olsa olsa diyalog olur bu olması zor olasılık…
Ama bu nasıl bir diyalog? Karşılıksız bir sohbet, kendi sesinden ve yüzüne çevrilmiş anlamsız bakışlardan ibaret. Zaten mesele de bu değil miydi? Olması zor olan birbirini dinlemek, anlamaya çalışmak, dışlamamak, ötekileştirmemek, temas etmek…
Oysa bu tam bir monolog! Gürültücü, kendi sesine ve sözüne vurgun, dinleyeni var mı umursamayan, tahakküm meraklısı…
Bu bağırış çağırış kendi içine döndürür insanı. Uzaklaşsam… Uzaktan baksam, duymasam… Sükût içinde bir huzur bulsam…
Gizem olabilir mi bu sükûtun içinde? Bir bilinmezlik, sessiz haykırışlarında kim bilir neleri saklayan?
Belki de gizem sandıklarımız sanrılarımızdı… Ölesiye savaştığımız… Üstümüze çökmesin, karanlığında her bir zerremizi ele geçirip çiğneyip tükürmesin diye, yorgun argın, var gücümüzle karşı koyduğumuz sanrılar!
Yüzleşmek sanrılarla… Paramparça olmuş benliğimizi kurtarmak için bir çare olabilir mi? Yeniden diyalog kurabilmek, bir türlü kabuk bağlamayan yüzyıllık acılarımıza her an yenileri ekleniyorken, yüzleşerek iyileşmek mümkün mü?
Yaşadıkça, yaş aldıkça, farkındalıklarımız artarken, tecrübe heybemiz ağırlaştıkça tekâmül yolunda ilerleyebilir miyiz? Anladıkça şeffaflaşıp olgun bir başak gibi eğilebilir miyiz?
Yoksa gökyüzü altında söylenmiş her söz, yaşanmış her deneyim, boş bir bardak gibi durur mu önümüzde?
İçinde koca bir kovuğu barındıran, kökleri toprağın ciğerlerine uzanan bir ağaç değilse, sahi neydi hakikât?
Dilek Metin Sert
Şubat 2021

bottom of page