top of page

Arzu Arbak /Ayşecan Kurtay Diyaloğu

Gelen fotoğraf yine beni benliğimin ardiye odasına düşürdü. Yığdığım, unuttuğumu sandığım tüm o küflü anı deposuna.
Kareli ve köşeliydi. Sınırlar çizdiği yetmiyormuş gibi batıyordu da.


Neleri görmüyoruz?
Neleri görmüyorum, diye sordum kareleri yumşatıp yuvarlaklaştırıp, köşeleri törpüleyerek.


Mahkumuz, dedi. Bundan kurtulamayız, belki arada bir yerde biraz net alanlar olabilir, şanslıysak bulanıklıklar, yanılsamalar arasında bunu bir an için bile olsa fark edebiliriz ama kaybolmayı engelleyemeyiz.
Sartre Bulantı’sında yitikleşitim, ama mutluydum da sanki.


Cehennem başkalarıdır. Mutluluk çok kısa sürdü.
Ben kimin cehennemine odun taşıdım kim bilir? Annemden öğrendiğim gibi itinalı bir baskınlıkla ne kadar odun taşıdım?
Jiletlerle çevrelenmiş görüşüm ne kadar yumşar?


İşte yıkılıyor tekrar ve tekrar Babil. Yukarılarda bir yerlerden ufku gözlediğini, orayı hedeflediğini sansan da yıkılıyor.


Daha masumiyetinde zincirlenen mahkumlarız.
Ah! Özgürlük. Kanatların açılacak mı o havayı yakalarsan?


Balçık havuzunda bir baloncuk. Bir anda yüzeye fırlayacak mı?
... Yo! Ahmed, şaşırma!
Beynini, ruhunu aç önce ve hisset.


Baloncuğun yolu renkli, renkleri seyrelmeye başlasa da renkli. Hâlâ bir yol var orada...
Sanki...


Sonra toplayıp rengini, hadi doğruuu çukuruna. Geç oldu artık,hadi.


Hakkınızı helâl ediyor musunuz?
Etmeyin. Cehennemimi yaratmakta çok hakkınız geçti, helâl etmeyin.

Ayşecan Kurtay

bottom of page