G Ö R S E L K O N U Ş M A L A R
Aylin Öztürk
Ketum Mahremiyet / 2022
Mahremiyet kavramının TDK tanımı, “Gizlilik”tir. TDK’ya göre; mahrem sıfatının anlamı ise
“başkalarına söylenmeyen, gizli” olarak ifade edilmiştir. Bu tanımlarda görüldüğü gibi mahremiyet
deyince ana kavram gizliliktir. Gizlilik bir mahremiyet aracıdır, mahrem olan gizlenerek mahremiyet
korunur. Gizlilik, bireyler için bir hak olarak görülebilir; ancak günümüz toplumunda, toplumsallıktan
uzaklaşıp bireysellik ön plana çıkarıldıkça şeffaflık, bir değermiş gibi pompalanmaktadır.
Oysa ki; Avaner’in dediği gibi “Mahremiyet; bireyin soyut sahiplikleri de dâhil olmak üzere özerkliği
kapsamında korunması gereken bir değer, bir hak, bir duygu olarak bireylerin birbirleriyle ve
toplumla ilişkilerinde eylemlerine yön veren bir kavramdır.” (Avaner, 2018). Bir başka deyişle,
mahremiyet bir değerdir, toplumsal ilişkileri belirler, kişisel bilgileri korur. Yalnız kalma hakkıdır
mahremiyet, bazı şeylerin sadece o kişide kalmasıdır.
Her toplumun farklı mahremiyet algısı vardır. Ayrıca sosyo-kültürel ve dini inanç farklarının
mahremiyete etkisi de tartışılmaz bir gerçektir. Tutucu toplumlar ile açık toplumlar arasında
mahremiyete bakış, toplumların açıklığı oranında, “daha az” mahremin olmasına yol açabilmektedir.
Ayrıca tarihte farklı zamanlarda mahremiyet farklı algılanmıştır. Modernite ile birlikte daha önce
mahrem sayılan, artık kamuya açık hale gelmeye başlamıştır.
Post-modern çağda ise; özellikle sosyal medyanın hayatımızda yer almaya başlamasıyla, mahremiyeti,
gerçekten koruyup korumadığımız/koruyamadığımız sorgulanmaya değer. Öte yandan mahrem,
topluma açıldıkça suistimallere de yol açmaktadır. Big Data, manipülasyona varacak şekilde, insan
davranışlarını yönlendirme ve bunun üzerinden çıkar sağlama amacıyla sistemin iştahını
kabartmaktadır. Bazen de kişiler gönüllü olarak mahremlerini herkese açar ama bu pornografiye
kadar gider. Teknoloji ile mahremiyet algısı da değişmiştir; gerçekte görünen ile sosyal medyaya
eklenenin, mahremin bir parçasının paylaşılmasının, yine de mahremiyeti kısmi olarak da olsa
korumak adına kişilerin yeni bir mahremiyet anlayışının gelişmesi anlamına gelmektedir. En azından
soyut sahiplikler özerkliğin korunmasını sağlamaktadır.
Günümüzde mahremiyetin “neredeyse” kalmaması, aslında iyi ve kötünün ayrılamaz bir biçimde
birbirine karıştığı, karanlık arzularımızı açığa çıkaran ve karmaşık bir ahlak anlayışını içinde barındıran
bir fenomendir. İnsanlar neden mahremiyetleri olsun ister? Ayıplanmaktan çekinme, toplumdan
dışlanma korkusu, belki de kendine güvensizlik, mahremin açık edilmemesi adına toplumsal kodlar
olarak görülebilir. Mahrem kime açılır, neden açılır, nasıl açılır? Gözetim ve rahatsız edilmekten
kaçınma bunun sınırlarını belirler. Mahremini açan kişi, tehlikelere de açık hale gelecektir. Bu tip
tehditler, kendini ifşa etme, teşhir etme yolunda sınırlar çizer. Öte yandan merak ve gözetleme
(stalk’lamak), mahremi izlemek istemek, karşıtlığı doğurur. Magazin programları, evlilik programları,
“polisiye” programlar, eş bulma uygulamaları, gözetleme ve ifşanın sistem tarafından kullanımının
örnekleridir. İnsanların doğasındaki merak duygusu ve başkalarının yaşamlarında kendinden bir parça
bulması, bu tip programların medya aracılığı ile sömürme aracı olarak kullanılmasıdır. Sosyal
medyada ise; beden, cinsellik, ev ve aile, din ve siyasi görüşlerin “paylaşılması”, paylaşma eylemi ile
masum kılınmaya çalışılır.
Kapalı toplumlarda, Batı medeniyetinin aksine, özellikle kadınların mahrem kabul edilmesi daha
yaygındır. Batı’da ise kadın bedeni metalaştırılmıştır. Sosyal medya da bir Batı ürünü olduğuna göre;
kadınların mahremi çok geniş sınırlara çekilmiştir. Öte yandan son günlerdeki İranlı kadınların baş
örtüsüne karşı direnişi düşünüldüğünde ise artık din etkisi ile bile olsa, bazı mahremlerin açılması
özgürlük olarak görülmektedir. Buradan da görüleceği gibi, dinin veya toplumsal normların
buyruklarına karşı direniş ile bunlar tarafından mahrem kabul edilenin, mahremiyet olarak
algılanmaması aslında mahremin sınırlarının muğlaklığını gösterir.
Mahremiyet sanat dallarında da işlenen bir konudur çünkü insana dairdir. Sinemadan bir örnek
vermek gerekirse; Hitchcock’un Arka Pencere filminde, röntgencilik ile ilgili, merak uyandıran bir
hikaye izleriz. Jeff karakteri kırık bacağı ile pencereden komşularını gözetler. Biz de onunla birlikte
hem karakteri hem de onun gözünden komşularının mahremlerini gözleriz. Evlerin pencereleri ve
perdeleri açık tutularak gözlemci adeta mahreme davet edilir. Jeff’in fotoğraf makinesi ile evlerin
içine daha da girmesi, bize fotoğrafın ve özellikle tele objektiflerin aslında birer gözlem aracı
olduğunu ve mahremi de pekala açığa çıkarabileceğini hatırlatır. Fotoğraf var olanı gösterir, mahremi
açığa çıkarır. Mahrem artık meta haline gelmiştir. Byung- Chul Han’ın dediği gibi; “Şeffaaflık, bakışın
gördüğü her şey ile ilişkiye girmesi, yani fahişeliktir.”
Dışarıya karşı aldığımız “tedbirler”; pencereler, perdeler, panjurlar vb., özelimize girilmesini önlerken
bunu ihlal eden güvenlik kameraları ve fotoğraf makinesi ise görüntüleme ile mahremi açığa çıkarır ve
bunun, mahremi “güvenli” tutmak için yapıldığı bile savunulur. Evlerimizin içinde ise mahremi gizli
tutabiliriz ama bu mahrem durumlar fotoğraflandığında mahrem olmaktan çıkar. Ayrıca aynı nesneler
duruma göre mahrem olmayan ve mahrem olan olarak algılanabilir; örneğin marketlerde kasa
yanlarında satılan prezervatifler mahrem değilken, yatak odasında kullanılmış bir prezervatif
görünümü mahrem olur.
“Mahrem” ismini verdiğim bu fotoğraf projemde, fotoğrafın mahremiyet üzerine etkisini,
fotoğraflanan şeylerin artık görünür kılınıp mahrem alandan çıkarılmasını konu aldım. Mahrem olanı
lens marifetiyle açığa çıkarma, aslen gözetlemedir. Bunu dijital kayıt ile ifşa etme, aslında fotoğraf
olduğu için, sadece bir temsil görevi görür. Görünümlere bakış atma hali, mahrem söz konusu
olduğunda, bir arzu nesnesine dönüşebilmektedir. Bu bağlamda, ev içi mahremiyeti de fotoğraflarla
ortaya koymaya ve izleyicileri bu kavramları düşünmeye davet etmek isterim. Serideki fotoğraflarım,
“şeffaflık toplumu”nun tam da istediği gibi bir anlamda da pornografiktir.