G Ö R S E L K O N U Ş M A L A R
Özgür Çelik
Sınır Ve Ötesi
“Sınır tanımayan” olmak mı, sınırların farkında olarak yaşamak mı, sınıra geldiğini bilmek mi, sınırı geçtiğimi bilmenin haklı gururu mu, yoksa aştığım sınırların pişmanlığı mı? Belki hepsi.
TDK der ki:
1. isim İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut.
2. isim Komşu il, ilçe, köy veya kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi.
3. isim Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç: Bataklığın sınırı. Ormanın sınırı.
4. isim Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst yer, limit: "Hele bir de birkaç sünger bulabilse artık mutluluğunun sınırı olmayacaktı." Halikarnas Balıkçısı
5. isim, matematik Değişken bir büyüklüğün istenildiği kadar yaklaşabildiği durağan büyüklük, limit.
6. isim, mecaz Uç, son.
Olmasa da olur desek de sınırsızlık canlılar aleminin olası bir gerçekliği gibi görünmüyor. Benim kafam ise çocukluğumdan beri bu duvarlarla örülü, çitlerle çevrili, perdelerle kapalı, kapılarla kilitli sınırlarda takılı. Sınırın ötesi merak uyandırıcı, çoğu zaman riskli. Yaşım ilerledikçe ideolojik olarak da takıldığım bir konu oldu sınır konusu. John Lennon’un “Imagine” şarkısında anlattığı gibi bir dünya ne güzel olurdu derken, ütopyanın distopya ile pamuk ipliği ile bağlı olduğunu farkedip şarkıyı güzel bir düş şarkısı olarak dinlemeye başladım. Keşke insan varlığı bu kadar hırslı, sahip olduklarını açgözlüce arttıma hırsıyla yüklü bir canlı türü olmasaydı. Gezegenin tek sahibi olmadığını, diğer canlılara, gezegene karşı sorumlulukları, sınırları olduğunu bilebilseydi.
Birey özelinde, ilişkilere, yeteneklerimize, yapıp etmelerimize, bedenimize, arzularımıza dair sınırlarla çevrili yaşamlarımız. Bana gelince, çoğunluğu plazada, zaman zaman fabrikalarda geçen çalışan kadın rolü ve iki yaş arayla dünyaya gelen çocuklarıma karşı üstlendiğim evli-çocuklu kadın rolüm arasında, evden işe -işten eve gidip gelen, sınırları belli bir yaşamı hızla akıttım. Bir gün bir de geriye baktım ki hız sınırını aşmış mıyım ne! 40’lı yaşların başlarında böyle bir aydınlanma yaşadım. Sorgulama dönemimdi. Bu sorgulama yeni yollara koyulmam, sınırlarımı genişletmem için önemli bir eşik oldu.
Fotoğraf makinem sihirli değnek gibi girdi yaşamıma. Tek başıma yapabileceklerimi farkedip dağ tepe aşan, uçurum sınırlarına kadar gidebilen, hendeklerden atlayan, yeni alanlar keşfeden, kendime koyduğum “yapamam” dediğim sınırları bal gibi aşabilen biri olduğumu anlamam fotoğrafçılık sayesinde oldu. Fotoğraf makinem ile gördüklerimin peşinde giderken hiç uğramadığım yollarda yolculuk yapmayı öğrendim. Benim kendime koyduğum ne çok sınır varmış meğer, hepsiyle teker teker yüzleştim.
Sonrası 50 yaşla birlikte işi bırakıp (emeklilik) yeni hayaller peşinde koşacakken soğuk yüzlü, herkesin üzünü karartan hastalıkla tanıştım. Yaşamsal bir sınır geldi dayandı kapıma. Hayli ürpertici, “vayyy, meğer son çok yakınmış” dedirticiydi.
Bu yeni mücadele dolu yaşamı yalnız başıma yaşamak istemekse farklı açılardan sınırlarımı zorlamamın ta kendisi idi. Yeni alışkanlıklar, yeni yollara koyulmak, özetle kendi hikayemi kendi başıma tamamlamak kararını aldım.
Düşünüyorum da yeni şeyler öğrenme arzumun sınırı yok. Zaman sınırlı…